Türk Basınında ve Bloglarda Kilise Orgu - 1

Müzik üzerine yazılacak, yazılabilecek, araştıracak konu hiç biter mi? Özellikle ülkemiz gibi müziğin bazı kısımlarını birazcık geç tanımış bir coğrafyada... Konu bir de üstüne kilise orgu olunca hiç bitmez. Bir önceki yazılarımızda bu enstrümanın özelliğinden, güzelliğinden, ülkemizde bulunan ve bulunmayanlarından biraz da detektifçilik hikayeleriyle kısaca bahsetmiştik. Peki ülkemiz basınında orglar hakkında neler yazılmış çizilmiş? Biraz da ona bakacağız ve bu ilk yazımızda 2002 yılında, Boğaziçi Üniversitesi'nin Norman & Beard yapımı İngiliz orgunun halihazırda bitmiş restorasyonu neticesinde gerçekleşen konsere ilişkin bir gazete yazısını inceleyeceğiz. Genel olarak internet aramalarında Boğaziçi Üniversitesi'nin orguyla karşılaşıyoruz çünkü bu org bir üniversite bünyesinde olması ve geçmişteki kadar olmasa da hala arada bir kültürel bir faaliyet amacı ile kullanılması ile ve tabii ki Boğaziçi Üniversitesi'nin basındaki network ağının da katkısından dolayı bir kilisede bulunan orgdan daha fazla göz önünde. Eminim ki müzik camiasında konser takipçisi olan arkadaşlar Alman Kilisesi'nde verilmiş olan org konserlerinden ziyade Boğaziçi Üniversitesi'nin konserlerini daha fazla duymuşlardır. Peki 2002 yılındaki bu yazı ne anlatmış bir bakalım. Kısım kısım gidelim.

"Restore edilen asırlık tarihi bir bina, "meraklısı tarafından tamir edilen" 100 yıllık bir org ve dünyaca ünlü bir org yorumcusu... Bu üçlüyü bir araya getirip İstanbullu sanatseverlerle buluşturan ise Boğaziçi Üniversitesi...
Bir gecelik özel bir konser için İstanbul’a gelen ünlü org yorumcularından Avusturyalı sanatçı Martin Haselböck, belki de, ustasının bile tamir etmeyi başaramayacağı bir asırlık orgu sanata kazandıran öğretim üyesi Mehmet Küçükönder’e B.Ü.’nün ödülüydü.
Aslında İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi olan Küçükönder, 40 bin dolarlık maliyet ve 15 aylık bir çalışma sonucunda suskun bir tarihi dillendirdi.
İngiliz Norman&Beard firması tarafından 1911’de imal edilen org, okula hibe edilen başka bir orgla değiş tokuş yapılarak geldi Boğaziçi’ne. Fakat 1930’larda kullanılmadığı için bozulan org, öğrencilerin "Saatli Bina" olarak adlandırdıkları Albert Long Hall’da sahnenin merkezini yıllarca süsledi.
Org aslında İngiliz kilise müziğinin bir simgesi. Tarihte rüzgar enerjisiyle çalışan orglar, kiliselerin neden değirmenlerin yakınında kurulduğunun da bir göstergesi. Bazı kiliselerde bu orgu çalıştırabilmek için iki rahibin ayin boyunca tulumbaları çekmesi ve mekanizmaya enerji yaratması gerekiyordu.
Org deriden yapıldığı için körüklerle çalışıyor. Yaklaşık 1500 tane borunun çıkardığı sesi bütünleştirmeyi başarıyor ve 10 parmak ile çıkarılabilecek tek bir ses ile orkestra müziği yaratabilmek mümkün.
Her tuşun bir kablosu, bu kabloların birleştiği borular ve sürekli hava basan bir elektrikli kompresör sistemi var. Bir tuşa basıldığında o notanın borusuna ses gidiyor ve sesler kompresör sayesinde boruya üflenip müziği oluşturuyor."


Burada hemen gözüme şu cümle ilişiyor: "belki de, ustasının bile tamir etmeyi başaramayacağı...". Keşke şöyle yazsalardı: "İngiltere'den ustası gelip 2 ay burada kalıp yardım etmeseydi kimsenin tamir etmeyi başaramayacağı...". Diyecek sözüm yok, org kültürünü yeni öğreniyoruz, daha yolun çok başındayız, bizde olmadı ki bir "Zeitschrift für Instrumentenbau" da 1800'lerin sonlarından beri enstrüman yapımındaki gelişmeleri takip edelim ve ustaları tanıyalım. Ancak kesin olan bir şey var ki Sayın Mehmet Küçükönder gerçekten övgüye değer bir sabır ve emekle çalışıp, İngiliz Mander Organs firmasının da desteğiyle, tüm imkansızlıklara rağmen bu orgu ayağa kaldırdı.

Diğer bir bilgi hatası ise orgun önceki orgla değiş tokuş usulü alındığının ima edilmesi. Robert Koleji'nin 1916-1917 müdür raporunda müzik profesörü Bay Estes'in 1916 yazında, 1903'te  New York'tan Bayan Thompson'ın hediyesi olan önceki orgu Henrietta Washburn salonuna başarılı bir şekilde kurmasından bahsediliyor. Yani orglar değiş tokuş yapılmadı, o sıralar Robert Koleji'nde 2 org vardı.

"Org aslında İngiliz kilise müziğinin bir simgesi..." Org'un çıkışının kilise ile pek bir alakası yoktu bildiğim kadarıyla, hatta bir dönem sirklerde eğlence için kullanılmış, hala da var öyle orglar, Fairground organs olarak geçiyor sanırım. İngiltere'ye de biraz geç girdi orglar. Bizans coğrafyasından İtalya'ya, oradan Almanya ve Fransa'ya sonra İngiltere'ye geçti diye hatırlıyorum. 1913'te bize gelen orgun zamanına gelene kadar bir sürü taş yerine oturmuştu zaten. Şu an kiliselerimizde ya da okullarda olan orglar genel olarak üç kriterin simgesi, orgun konulacağı salonun özellikleri, yapacak firmanın ekolü ve en önemlisi orgu alacak kurumun bütçesi. Kültürü mültürü bi yere bırakıyorum her zaman Money talks......

"Tarihte rüzgar enerjisiyle çalışan orglar..." bölümü en çok dikkatimi çeken kısımlardan biri. Allah'tan orgdan elektrik üretiliyordu falan dememişler :D Tamam bak geçmişte toplanan havayı sıkıştırmak için rüzgarla çalışan mekanizmalar denenmiş de o zamanlar org daha kilisede değil, e kilise de her kasabada var diyemeyiz, org kiliseye girdiğinde zaten körüklü mekanizmalar vardı. Tamam yazarımızın ne demek istediğini tahayyül edebildik ama bilgiyi aktarma şekli biraz enteresan.

"Org deriden yapıldığı için körüklerle çalışıyor..." Hayır dostlar org deriden yapılmaz, basınçlı havaya ihtiyaç duyduğu için körükler hava sağlar ve körükler de deri kaplı ahşap mekanizmalardır. Bu deriler de 25-30 yılda hadi maksimum 50 yılda bir değiştirilmeye ihtiyaç duyarlar. Ancak tabi bahsedilen orgda sadece deri değil değiştirilecek bir sürü şey olmuştur.

Son paragrafta ise komple bir yapı hatası var. Bu org elektro-pnömatik bir mekanizmada. Yani evet her tuşun bir kablosu var, ama kablolar boruda birleşmez :D kablo sadece göğüs içinde havanın yönlendirilmesini kontrol eden valflere kumanda etmek için bir araç. Kablo olmadığında da kurşun alaşımı tüpler vardı ki bu orgda o tüpler de var yani kısmen tubular-pnömatic mekanizma da mevcut. Körük de boruya ses değil havanın götürülmesinde aracıdır, hava göğüste toplanır da boruya yönlendirilir, ses de borunun geometrisinin bir sonucu olarak biçim kazanır.

Daha sadece kısacık bir yerden neler çıktı bakalım yazının kalanında neler çıkacak...

"Dilinden anlamak gerekiyor"
Müziğin yanı sıra sanatın farklı dallarında önemli çalışmalara imza atan dünyaca ünlü org yorumcusu Avusturyalı Martin Haselböck 100 yıllık tarihi bir orgu İstanbullular ile tanıştırmanın kendisi için heyecan verici bir deneyim olduğunu söyleyerek "Orgu çalınca kendimi, Amerikan ve İngiliz tarzı müziğe İstanbul’dan bir fotoğraf çekmiş gibi hissettim. Orgun tamir edilerek yeniden müzikseverlerin hizmetine sunulmuş olması çok güzel" diyor.
"Her tuş ayrı bir dil konuşuyor ve bu anlamları çözebilmek çok hoş bir deneyim" diyen Haselböck şöyle konuştu:

Orkestra gibi...
"Özel günler dışında çalınmayan bir orgu üniversite bünyesinde sanat için görebilmek çok güzel. Sanki bir orkestra gibi ses veriyor ve çalması hiç de kolay değil. Diğer orglara hiç benzemiyor. Dilinden anlamak gerekiyor. Stili çok değişik, sound değişiklikleri çok farklı gerçekleşiyor. Normalde kiliselerin girişinde bulunan bu orgu şimdi sahnenin ortasında ve seyirci için çalıyorsunuz ve klasik müzik ile bütünleştiriyorsunuz."
Sadece özel konserler için dinleyicileri ile buluşan ünlü sanatçı, Doğu ile Batı’nın birleşim noktası olan İstanbul’da müzik yapmanın kendisine onur verdiğini de sözlerine ekledi.
Usta bir orgcu ve önemli bir orkestra şefi olan Haselböck, sayısı 60’ı aşan CD’sinde çok sayıda oratoryo ve operanın ilk seslendirişini gerçekleştirdi. Sanatçının orkestra yöneticiliği, opera direktörlüğü, öğretim üyeliğinden aldığı birçok ödülü bulunuyor.


Bu iki paragrafta da okurken şaşırdığım tek bir husus oldu ki, tabi ki Maestro hiç beklemediği bir coğrafyada bu konseri vermiş olmanın sevincini yaşarken, yazının bize anlattığı sözler hiç org görmemiş birinin ağzından dökülüyor gibi. Bir piyanist söyleyebilir bu sözleri (kendimden biliyorum :D), ama bir orgcu demez. Bu ustanın Avrupa'da ve konserlerinde çaldığı kilise ya da okul bünyelerinde bulunan orgların çeşitliliğinin haddi hesabı yokken çıkıp da "sanki bir orkestra gibi ses veriyor..." demesi tuhaf tınlıyor bana. Maestro'nun sözlerinin tam çevrilemediği kanaatindeyim.

15 ay boyunca uğraştı
Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Mehmet Küçükönder (üstte) "Balkanlar’ın en büyüğü" olduğu rivayet edilen 100 yıllık Norman&Beard marka orgu 15 ayda tamir etti.
"Önce küçük orgu tamir etsin"
Mehmet Küçükönder orgu tamir etmek isteyince rektörlük "Elimizdeki diğer orgu tamir ederek kendini kanıtlamalı" dedi. Tarihi orgu dillendirmeyi başaran öğretim üyesi Mehmet Küçükönder 1970’li yıllarda öğrencisi olduğu Boğaziçi Üniversitesi’nin müzik kulübündeyken konser verdiği salonda bulunan bir orgun dikkatini çekmesi sonucu başlıyor "tamir serüvenine..."
Nefesli sazlar hariç hemen hemen tüm müzik aletlerini çalabilen Mehmet Küçükönder, yıllar sonra öğretim üyesi oluyor ve org ustalarının bile zorlanarak çaldığı bu orgu tamir için kolları sıvıyor.
Deriden yapıldığı ve yıllarca kullanılmadığı için çürüyen orgu yeniden çalabilmek için rektörlüğe yaptığı başvuruya gelen cevap ise Küçükönder’i hırslandırmak için yeterli oluyor: "Elimizde başka küçük bir org var. Önce onu tamir edip kendini kanıtlasın, o zaman büyük orgu da tamir edebilir."
Küçükönder üç aylık bir çaba sonucunda "tarihi fakat küçük bir orgu" tamir etmeyi başarıyor. Ardından rektörlük, Küçükönder ve ekibinin orgu tamir etmesi için onay veriyor ve Saatli Kule’nin anahtarını gönderiyor. Ve 15 aylık serüven başlıyor.
Bu arada özel bir şirket de tamir için yarım milyon dolarlık bir maliyet çıkarıyor ancak "org tamir ekibi" tarafından yapılan ön çalışmaları görünce malzemeleri sağlama konusunda yardımcı olmaya karar veriyor.
Ancak, Küçükönder orgun kullanım kılavuzunu bulamıyor. Taşınmalar sırasında kullanımına ilişkin tüm belgelerin kaybolduğunu anlayınca kiliseleri dolaşmaya başlıyor ve her pazar bir İtalyan kilisesine giderek benzer orgları tanımaya çalışıyor.
İngiliz kiliselerinde giriş kapısının hemen üzerinde, Boğaziçi Üniversitesi’nde ise bir asır önce "eğitim amacıyla" sahnenin tam ortasında konumlandırılan orgun, tüm derileri yeniden yaptırılıyor, 1500 boru sökülüyor ve numaralanıp yeniden takılıyor.
"Balkanlar’ın en büyüğü" olduğu rivayet edilen org, 15 ayın sonunda 100 yıl önceki halinden belki de daha sağlam olarak yeni yüzyıla dünyanın ünlü org yorumcularından Martin Haselböck’ün konseriyle seslendi.
Konserinde Bach’ın ünlü Toccata ve Füg ile Haselböck mozaik gibi yapıtlara yer veren ünlü sanatçı, konser günü orgun son rötuşları için Küçükönder ile birlikte çalıştı. Haselböck restore edilen binayı "çok etkileyici", orgun tarihini ise "muhteşem" bulduğunu belirtti.
Şimdi üniversite yönetiminin amacı İstanbul Festivali’nin org konserlerine ev sahipliği yapabilmek.


Öncelikle bu orgun balkanların ya da her hangi bir coğrafyanın en büyüğü olmadığını belirtelim, ne geçmişte ne bugün (hadi belki Hindistan ya da Afrika'daki bir ülkedeki orglara göre büyüktür de oralardan pay çıkarmak da bize yakışmaz.). O zamanlar internet falan yoktu birileri -haberde de yazıldığı üzere- böyle "rivayet" etmiş olabilir. Tabi rivayet ile hurafe kavramlarını da birbirinden ayırmak lazım. Türkiye'nin en büyük olması unvanı da 1948'de gelen Mascioni tarafından elinden alındı, hatta daha erken belki, arşivi karıştırmam lazım. Yazıda genel olarak org ustalarına giydiriliyor olmasını anlamıyorum :D "ustasının bile tamir edemeyeceği... ustalarının bile zorlanarak çaldığı..." :D Ve yine "deriden yapıldığı için..." gibi eksik bir bilgi. "Önce küçük orgu tamir etsin sonra diğerine izin veririz..." yaklaşımı maalesef teknik konuda tümüyle cahil kalmış otoriter bir zihnin direk kendisi. THY planör uçuran adamı F-16 akrobasi timine gönderiyor mu hiç? :D St. Esprit katedrali, orglarının restoresi için 1925'te bir komite kuruyor ve Fransa'dan uzman getirtiliyor mesela, uzman da uzman ama, o zamanlar başında Auguste Convers'in olduğu Cavaille-Coll firması. Onlar diyo mu hiç "Don Şendal sen bi git bak bakalım diğer kiliselerdeki orgları öğren gel sonra bizimkine girişiriz..."? Boğaziçi Üniversitesi de Sayın Küçükönder'in bu ricasına "küçüğü hallet sonra büyüğe girersin..." cevabını vermek yerine başında Mehmet Bey'in olduğu bir komite kurup iyi bir bütçe ayırıp hocamız da ekipte olacak şekilde bir çalışma stratejisi belirleyecekti. Hocamız da bu kadar uğraşıp koşturup didinmek yerine profesyonel bir firma ile daha rahat ve daha konforlu bir şekilde çalışabilecekti. Ama olay sonunda böyle sonuçlandı zaten. Mehmet Bey orada bulunan -sanırım bir harmonyumdan bahsediliyor çünkü arşivde bulduğum ve eski org olduğuna inandığım bir org var ama küçük demezdim ona- orgumsuyu hayata döndürerek kendini kanıtlamış oldu Boğaziçi'ne. Sonra baktılar bu büyük org altından kalkılacak gibi değil bir firma ile irtibata geçiyorlar ve firma maalesef böyle büyük ve bir de uzak topraklarda olan bu işe pek sıcak bakmıyor. Sonra ise, bahsettiğimiz gibi Mander Organs firması işi kabul ediyor. Firmanın vârisi ve iki asistanı buraya geliyor, vâris bey iki üç gün kalıp tüm kontrolleri yapıp raporu hazırlıyor ve işi asistanlara bırakıyor, onları da biz 2 ay misafir ediyoruz sonra iş üniversitenin ekibine kalıyor. Firma sahibi ise iş bittiğinde tekrar geliyor ve incelemelerini yapıyor ancak okuduklarıma göre gerçekten yokluk içinde yapılmış bu tamir.

"Orgun kullanım kılavuzunu bulamıyor." işte bu yüzyılın cümlesi. Buzdolabı mı bu kullanım kılavuzu olsun? :D Orgun sahip olabileceği belgeler, firmadaki disposition (tonal şema) kayıtları, sipariş formları ya da teknik çizimleri falandır. Farklı farklı kiliselere giderek orgu gözlemleyerek orgun çalışma mantığını anlamaya çalışmak yıllar alır, ki istenen sonuca da erişilemez. İstanbul'da bir sürü org olmasına karşın Boğaziçi'nin orgu ile neredeyse aynı sistem sadece St. Antuan'ın Mascioni orgunda var. Diğer orgları ziyaret sadece genel hatlarıyla bir fikir verir o kadar, o da bakalım kilise otoritesi orgun içinin açılıp bakılmasına izin verdi mi? Artı, farklı orgların iç düzeni farklı olabileceği gibi boruların geometrileri ve ses tınıları da farklılık gösterir ve bunu size işin ehlinden başka kimse anlatamaz. "100 yıl önceki halinden belki de daha sağlam..." gibi bir övgü geliyor, şaşırmıyorum en azından köşe yazarımızın üslubunu tanıdık artık :D Maestro Haselböck sağolsun kibarlık edip orgun tarihini "muhteşem" bulduğunu belirtmiş. Ancak dünya standartlarında düşündüğümüzde bu orgun tarihinde orgu özel yapan bir detay yok. St. Louis şapelinde duran Mutin Cavaille-Coll'ün tarihi çok daha özel ve muhteşem mesela.

Sayın Mehmet Bey'in de emekleriyle, bu orgun Robert Koleji zamanlarında Profesör Estes tarafından sıklıkla çalındığı hatta her pazar konser verildiği zamanlarına bir an önce dönmesini temenni ediyoruz tüm müzik ve org severler olarak...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enstrümanların Kralı: Kilise Orgu

Türkiye ve Orgları -1-

Piyanoya yeteneğim var mı? Enstrüman çalabilir miyim?